Yazan: Aydan Bakan

Denizci olan babanın humma nöbetlerinin birinde baba, Anne- Marie ile tanışır. Ailesi tarafından kendi güzelliğinin ve yeteneklerinin farkına varılması engellenmiş bu kadın, evlenir evlenmez aceleyle bir çocuk doğurur. Baba Jean- Baptiste’nin hastalığı gittikçe artar, üzüntü ve uykusuz dolu geceler, annenin sütünü azaltır. Sartre, bir süt anneye verilmesini şöyle dile getirir: “Ölmek için elimden geleni yaptım, bağırsak hummasıyla ya da hıncımla.” Babası öldükten sonra annesi ile dede evine dönen Sartre, burada evdekiler tarafından çok sevilir. O, büyükbabasının hazinesidir.
Annesi ile aynı odada uyuyor, nasıl oluyor da ondan doğduğuna, onun bu kadar talihsiz olduğuna inanamıyordu. Bir tek onun gözünde annesi genç bir kızdı, diğer gözlerde ise “lekeli bir bakire!” Onlar, aynı kâbustan kurtulan uslu ve itaatkâr birer ruhtu. Anne, ricasız konuşmaz, çocuk ise hiç ağlamazdı. Otuz yaşında apar topar ölen damadını unutan bir din adamının torunuydu. Eve giren çıkan herkes tarafından önemsendi, çok sevildi.
Kitaplarla ilk burada tanıştı. Büyükbabasının kütüphanesinde. Onların karşısına geçer, hayaller kurardı. Senede bir kere tozu alınan rafların arasında dolaşır, kitaplarla konuşur, hepsinin içine girmek ve hepsini içine almak isterdi. Ellerini kitapların üzerinde her gezdirdiğinde kendini şeref ve şan ile donanmış hissederdi. Evde kimse rahmetli babası hakkında konuşmaz, ona bilgi vermezdi. Kafasında bile onu tanımaya müsaadeleri yoktu. Bir yerde şöyle der: “Bu baba bir hayalet, bir bakış bile değildi; bir süre ikimiz de bu toprağa ayak basmıştık, hepsi bu işte.” Bir anlamda kimliksizdi. Annesi evlendikten bir süre babasının yazdığı kitapları elden çıkardı.
Okumayı daha öğrenmeden kitaplar ile zaman geçirmeye, onların efendisi olmaya alışmıştı. Bir gün annesinin kucağına raflardan aldıklarını bıraktı. Sandalyenin üzerinde kendinden geçmiş, kimin konuştuğunu ayırt edemeyecek kadar kitaplardaydı! Duyduğu sesler coşturuyor, hayal dünyasını kuşatıyor ve annesini kıskanmasına neden oluyordu. Onun kendi kitapları olmalıydı, oydu onların efendisi! Kendi sözcükleri ile anlatmalı, kendi sözcükleriyle duymalıydı. Bir gün merdiven altında elinde bir kitap ile evdekilere yakalandı. Kitabı elinde ters tutuyordu. Öğrenmenin vakti gelmişti. Yaşıtı çocuklar gibi bahçelerde kuş avlamamış, ot toplamamış; buna karşılık tozlu rafların arasında kendine, özgürlüğe açılan yolda kendini var etmişti. Kimliğini yeniden kazandı.
Sartre, eve misafir gelmesini severdi. Onun için hepsi ayrı bir karakterdi, kendi dünyalarında ise birer kahraman. Bazen yüzlerine bakar çıkardığı ses ile örtüşmediğinde, zihninden birini yardıma çağırır, yer değiştirir ve karşıdaki kişiyi ancak öyle dinlemeye devam ederdi. Başkalarının özgürlüğüne engel olsa da, kendisi asıl bu zamanlarda özgürleşiyordu. Onlar gittikten sonra mezarlık gibi sessizleşen evin en renkli yeri, rafların arasıydı! Adeta dinini burada tanıdı, kendisi bu durumu şöyle açıklar, “Dinimi bulmuştum artık: Hiçbir şey bir kitaptan daha önemli görünmüyordu bana. Kitaplığı bir tapınak olarak görüyordum.”
Büyük babasının anlattığı, kedisine öğrettiği hiçbir şey kafasında ölmüyor, defalarca dirilip zihninin kütüphanesinde daha kağıda dökülmemiş sözcüklerin hemen yanında duruyordu…

Evde adeta paylaşılamıyordu, annesi ile büyükannesi kendisine çizgi roman okurken, büyükbaba ona Flaubert, Balzac, Victor Hugo’dan bahsediyor; yazar Georges Courteline’ye mektup yazması için teşvik ediyordu. İşte tozlu rafların arasından Jean Paul Sartre böyle doğdu.
Fransa’da Filozof olarak nitelendirildi. Edebiyatı ve başka sanat dallarını da kapsadığı için bu tanım yerinde olacaktır. Otoportre olan Sözcükler[1]kitabı onu anlamak yerine, tanımak için önemli bir yapıtıdır. Büyükbabasının evinde; yaşama, edebiyata, hatta kendine karşı nasıl gebe kaldığını anlamak ve doğumuna şahit olmak, eşlik etmek için Sözcükler’i mutlaka okumalı ve de okutmalıyız. Kendi düşünce dünyasını nasıl var ettiğini, nasıl yaşamayı tercih edip herkese ihtiyacı olduğu şekilde davranarak özgürlüğün anahtarını elde ettiğini görebiliriz.
Sartre’ın hayatında, öğrencilik yıllarında tanıştığı ve son ana kadar hayatında olan Simone De Beauvoir ile ilişkisi önemlidir. İlk eseri olan Bulantı[2]’yı öğretmenlik yaptığı ilk yıllarda kaleme almıştır. Edebiyat Nedir[3]kitabı ise yazan, çizen, yaşayan, hatta hayatı anlamaya çalışan her kişi için mihenk taşıdır. Şöyle der: “İnsan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır.” “Gerçekte yazar, çamura batmış, gizli, kullanılması olanaksız özgürlükler için konuştuğunu bilir ve kendi özgürlüğü bile pek öyle kayıtsız değildir, temizlemesi gerekir onu; bunun için, kendi özgürlüğünü temizlemek üzere de yazar.”
Kendi edebiyat felsefesini, kendi edebiyat ülkesini kurmak için yazmıştır. Okuyan, yazan insanın dimağını açtığı, hayatı başka pencereden gösterdiği, yazım ve sürdürülebilir edebiyat hakkında yazmak isteyenlere kılavuz olduğu unutulmamalıdır.

İnsan ruhunun gölgelerine bakmayı, bizi oralara taşıyan, taşırken eğiten iyi bir eğiticidir. Kazıyarak anlatır, iyi şeyler daima derinlerdedir!
J. P. Sartre, Gustave Flaubert üzerine Ailenin Budalası adını verdiği bin küsur sayfalık bir kitabı kaleme almış; Felsefe alanındaki en büyük katkısı Varlık ve Hiçlik adıyla ülkemizde çevrilmiştir. Alman felsefesinden çok etkilendiğini söyleyebiliriz. Simone De Beauvoir ile bitmeyen özgürlüklerine aşık ve sadık olarak kaldılar. Her iki yazarın da hayatlarına giren pek çok insan olmasına rağmen, birbirlerini sevdiler. Yazılarını paylaştılar, bağlarını koparmadan aynı şeyleri savundular; birçok kültürel kavgada, kadınların özgürleşmesi için yazıları, eylemleri ve düşünceleriyle toplumu harekete geçirdiler. Söylenmesi gerekli olan şeyler için vardılar, yaşadıkları dönemde ve sonrasında söyledikleri kadar yaşam tarzları olarak da var olmaya devam ettiler.
Sartre’ın, Özgürlüğün Yolları adını verdiği üç cilt kitabı, önemlidir. Nobel ödülüne layık görülmüş, kendisi kabul etmemiştir. İlk cildi olan Akıl Çağı[4]’nda, kendini arayan ve kendinden kaçan insanın içe dönük kaygılarını, özgürlüğü nasıl ifade ettiğini, özgür olmanın kişinin kendisine sahip olmakla ilgili olduğunu gösterir. Ona göre, özgür seçimler ya da bizim tanımladığımız “kader” bireylerin hayatını oluşturur. Kitapta, kişilerin iç dünyalarını tıpkı dedesinin evinde kendini kazıyarak kendisine tanıttığı, eğittiği şekilde romanında da bunu karakterlerine yapıyor. Kitabı okurken elinizde kalem ile işaretlenmeyen sayfa, insanın beynine tokat yemiş gibi gelmeyen tek bir cümle bulmak neredeyse imkânsız. Kendi kendini öğrenmek isteyen bizlere harika bir yapıt sunuyor. “Kendi kendinin nedeni olmak: Benim, çünkü ben olmak istiyorum, diyebilmek!”
Şimdi, kendimize doğru bir yolculuğa çıkmaya, Sartre anlamaya, onu anlarken kendimizi bulmaya hazır mıyız sevgili okur? Baştan sona onu okuyarak, kendimizi onunla sağaltıp bir anlamda hiçleşerek bulmaya hazırsak özgürlüğe açılan yoldayız demektir.
Özgürüm: Hiçbir yaşama nedeni kalmadı artık bana; denediğim bütün nedenler beni bıraktı; başkalarını da tasarlayamıyorum. Daha genç sayılırım, yeniden başlamaya yetecek gücüm var. Ama nereden başlamalı? En şiddetli korkulara, bulantılara düştüğümde beni kurtarır diye Anny’ye ne kadar güvenmiş olduğumu ancak şimdi anlıyorum. Geçmişim öldü, M. de Rollebon öldü, Anny sadece bütün umutlarımı kırmak için geri geldi. Bahçeler boyunca uzayan şu sokakta yalnızım. Yalnız ve özgür. Ama bu özgürlük ölüme benziyor biraz. Sartre, Bulantı
Özgürlük Yolları’nın ilk cildi şu sayfa ile biter: “Bir hiç için bir sürü gürültü,” diye düşündü. Hiç için: Bu yaşam ona hiç için bağışlanmıştı, kendisi hiçti ve buna karşın değişmeyecekti artık: O olmuştu, tamamlanmıştı.”
Sevgili okur, belki de Jean Paul Sartre’ın kendini hapsettiği karanlıkları özgürleştirmek senin elinde. Onu, sıkıştığı tozlu raflar arasından kurtarmaya ne dersin? Nasıl mı? Onun sözcüklerini kitaplardan okuyup özgürleşmelerini sağlayarak. Kendine karşı başlattığı isyan, kelimelerin gücü karşısında tükendi! Kendini hiç etti; ama dünya onu Jean Paul Sartre olarak var etmeye devam edecek. Çocukluğunda hiç ağlamayan birinin, yazdıkları bütün zihinlerde düşünsel hıçkırıklara sebep olmuştur. Her bir hıçkırık, özgürlüğe açılan kapı, insanın kendisine açtığı savaştır.
[1] Jean Paul Sartre, Sözcükler (İstanbul: Can Yayınları, 2010).
[2] Jean Paul Sartre, Bulantı (İstanbul: Can Yayınları, 2006).
[3] Jean Paul Sartre, Edebiyat Nedir (İstanbul: Can Yayınları, 2008).
[4] Jean Paul Sartre, Akıl Çağı (İstanbul: Can Yayınları, 2020).
*Asonans Dergi 6.sayısında yayımlanmıştır.